Golovlev Ailesi- Saltıkov Şçedrin
”Kişilikleri zayıf insanların hayatlarını çevreleyen dış duvarlar onların üzerilerinde ki yükü hafifletir. Güç anlarda içgüdüsel olarak bu duvarlara dayanır ve orada kendilerini haklı çıkaracak gerekçeler bulurlar.”

Şçedrin, bu romanla aslında Rus edebiyatına damgasını vuran eserlerden birini de vermiş. Klasik edebiyat denilince herkesin bildiği ya da anladığı şey yazılan konunun içeriğinin her dönemde benzerlerinin veya birebir aynılarının da olmasıdır. Bir karakter olsun, bir olay olsun fark etmez bunlar hala günümüzde de görülüyorsa o kitap klasik bir edebiyat eseri sayılabilir. Dostoyevski’nin karakter analizleri, Tolstoy’un din temelli ve topluma olan etkileriyle ilgili olan kitapları, Çehov’un mizahi karakterleri, Bulgakov’un ütopik dünyası. Her biri okurken bakış açınızı farklı yerlere çeken yazarlar, her birinin kendi yazımında iyi olduğu noktalar var.
Şçedrin’e gelecek olursak, bu benim okuduğum ilk Şçedrin romanı ve beni Rus edebiyatında gerçekten çok etkileyen romanlardan birisi oldu. Neden mi? Gerek toplumcu yergi konusundaki sağlam kalemi, gerekse bu kitaptaki konunun işlenişi ve sorunu ele alış biçimi ve kitabın 1800’lü yılların ikinci yarısında yazılmış olmasına rağmen 2019 yılında bile anlattığı her şeyin güncelliğini koruması hem yazarın perspektifinin ne kadar geniş olduğunu gösteriyor hem de kitabın klasik edebiyatın mihenk taşlarından birisi olmasını sağlıyor.
Kitabın konusuna gelecek olursak Golovlev ailesi asil bir ailedir. Kitap, burjuva toplumundaki ayrışmayı bir ailenin genişlemesine ayna tutarak yansıtır. Manevi ilişkiler tamamen çökerken din ve devlet kurallarındaki bağlar sağlamlaşır. Aile kavramı önemli bir sorun haline gelir. Aile kitapta tamamen çıkarlar üzerinden vücut bulan bir kurum haline evrilirken aynı zamanda özellikle akraba ilişkilerine de dikkat çekilen birçok nokta vardır. Başkarakter diyebileceğimiz İyuduşka, ölen kız kardeşinin kızına yan gözle bakacak kadar soysuzlaşabilirken, diğer bir kardeşi ölüm döşeğindeyken tek düşündüğü vasiyet işlemleri sonucunda payına düşenler hakkındaki aç gözlülüğü olabiliyor.
‘’Bayalığın gücü büyüktür; tazecik insanları her zaman gafil avlar. Sen şaşkın şaşkın etrafına bakınırken, o seni pençelerinin arasında alıp kıskıvrak yakalar. Herhalde herkesin başına gelmiştir: Lağım yanından geçerken insan yalnız burnunu tıkamakla yetinmez, soluk almamaya da çalışır; tıpkı bunun gibi aptalca gevezelikler ve bayağılık alanına giren insanın da kendi üzerinde birtakım baskılar uygulaması gerekir; örneğin görme, duyma, koku ve tat alma duyularını köreltmek, kendini bu duyumlara kapatarak odunlaşmak zorundadır, bayağılığın iğrenç buğularında boğulmaktan ancak böyle kurtulabilir.’’
Kitaptan yaptığım bu alıntının bulunduğu bölümde Golovlevo denen bu yaşam alanının yanından dahi geçerken bu yozlaşmış , bayağılaşmış ailenin tozundan dumanından etkilenmemek için Anninka karakterinin kendini tamamen doğal akış içerisinde odunlaşmaya mahkum ettiği noktaydı. Kendini ancak böyle koruyabileceğini düşünüyordu.
Golovlev ailesi ile ilgili yazıyı sonlandırırken romanın özeti olarak niteleyebileceğim birkaç cümleyi paylaşmak istiyorum.
‘’Burada kokmuş tuzlu etle beslerlerdi insanları, öksüzlerin kulakları nefretlik, dilenci, asalak, açgözlü gibi sözleri ilk kez burada duymuştu. Burada hiçbir şey cezasız kalmaz, hiçbir şey o katı, duygusuz kadının keskin gözlerinden kaçmazdı: Ne fazla bir lokma, ne düşürülüp kırılmış beş paralık bir oyuncak, ne yırtılan bir bez parçası, ve ne de eskitilmiş bir ayakkabı. Her aykırılığın düzeltilmesi, her bozulan şeyin onarılması ya azarlama, ya dayakla olurdu. … Golovlevo’dan daha iğrenç bir yer, Golovlevo’daki yaşamdan daha iğrenç bir yaşam düşünülebilir miydi!”